ÇOCUKLUĞUMUZUN YILBAŞILARI

Tabi ki Kırdık önde biz arkasında olurduk. Sesimizi işiten ev halkından biri kapıyı açardı. Gözümüz Kebaninin bize vereceği ikramda olurdu.

Malum olmak üzere eskilerde memleketimizde yıl bugün kullandığımız Miladi takvimine 13 gün eklenerek Rumi takvimine göre hesaplanırdı. Bundan dolayı küçüklüğümüzde; yani 1970’li yıllarda Ser Sal-Yılbaşılarını bu takvime göre kutlardık. Ser Sal “Çılé Zıvıstané” de dediğimiz bu çetin geçen 40 günün içinde geçer. Çılé Zıvıstané 23 Arlık-3 Şubat tarihleri arasıdır. Yılın en soğuk günleridir bu kırk gün.

Bizim çocukluğumuzun kışları çok çetin geçerdi. Günlerce ve aralıksız bir şekilde karlar yağardı. Yerde metrelerce biriken karlar aylarca kalkmazdı. Yine günlerce hayvanlar ahırlarında beslenirdi. Yemleri tükenir çokça küçük ve büyük baş hayvan beslenme yetersizliğinden zayıf düşer ve bir kısmı telef olurdu. Aylarca aralıksız yağmurlar yağardı. Pınarlar, dereler yağışların bereketiyle gürül gürül akardı.

Çocukluğumun her yıl başında yerde istisnasız mutlaka kar olurdu. Yılbaşı akşamı gelmeden bir hafta öncesinden biz çocuklar hazırlığımızı yapardık. Sakal için beyaz yünümüzü hazırlardık. Tabanı çok isli olan bir tencere bulurduk. Yıl başının ilk akşamı gelip çattığında hızlı bir şekilde akşam yemeğini yerdik ve arkadaşlarımızla daha önce ayaklarımızla üzerinde tepinip top ve diğer oyunları oynamak için karlarını sıkıştırdığımız Köy meydanında buluşurduk. Aramızda yaptığımız hızlı bir durum değerlenmesinden sonra gurup liderimiz arkadaşlardan birini KIRDIK olarak seçtikten sonra Kırdık seçilmiş arkadaşımızın yüzünü o tencerenin tabanında birikmiş is ile iyice karalardık. Önceden hazırladığımız beyaz yünler ile sakal ve bıyığını takardık. Tabi ki saç sakal düşmesin diye ip ile iyice başının arkasından bağlardık. Kırdıkın başına eskimiş bir tülbent, “tılme” (erkek hacılar o tılmeleri hacca giderken Hicaz’dan getirirlerdi ve başlarına bağlardı. Hacı olmalarının bir işareti olarak sayılırdı) bağlardık. Eskimiş atıl ve yamalı “aba” dediğimiz bir paltoyu üstüne giydirirdik. Eline de eğri büğrü bir baston koyardık ve Kırdık’a yaşlılar gibi yürü ve yaşlılar gibi konuş diyerek evleri tek tek ziyarete başlardık. Her evi ziyaret ettiğimizde ilk olarak koro şeklinde avazımız çıktığı kadar “Seré Salé bıné Salé, Xüdé Küreki Bıdé Kebaniya Malé, Kebaniyé Dest Bı Zériné, Bahra Kırdık Vırdé Biné” derdik. Bu arada bir konuya açıklık getireyim. “Kebani” bir çatı altında yaşayan ailenin (o zamanlarda aileler çok kalabalıktı. Bazı ailelerde dört-beş gelin aynı ailede, aynı çatı altında otururdu) yeme, içme yani mutfak işlerinden sorumlu kadındır. Ekmek pişirme, yemek yapma, sofrayı kurmadan sorumlu kadındır. Gelinler Kebaninin verdiği işleri ve emirleri yerine getirirdi. Çobanın ve çift sürmeye gidenin torbasına Kebani kumanyasını koyar, hazırlığını yapar. Yani Kebani o evdeki “Kaynana” olan kadın idi.

Tabi ki Kırdık önde biz arkasında olurduk. Sesimizi işiten ev halkından biri kapıyı açardı. Gözümüz Kebaninin bize vereceği ikramda olurdu. Gece kapının önü karanlık olduğu için Kebani elinde ışığı yanan bir çıra ve ikram torbasıyla karşımıza geçerdi. Göz ucuyla bizleri süzerdi. Süzdükten sonra; eğer içimizden biri Kebaniye yakın olsaydı (akraba vb.) bize Basik (pestil) veya Helil (kesme) verirdi. Eğer hepimiz Kebani için sıradan çocuklar olarak algılansaydı bize sadece kuru üzüm verirdi. Bizim sadece bir arkadaşımızda yün ipliği ile örülmüş bir turık (torba) olurdu. Verilen ikramları bu yün ipliğinden yapılmış torbaya kayardık. Gezimiz bittikten sonra tekrar Köy meydanına gelirdik. Gurup liderimiz torbadaki yiyecekleri aramızda eşit bir şekilde pay ederdi.

Böylece günler öncesinden hazırlığını yaptığımız bir yılbaşı serüvenimiz gece yarısı sona erdikten sonra gelecek yeni bir yılbaşının hayal ve umuduyla hepimiz dağılarak, herkes kendi evinin yolunu tutardı. Lakin gece yarısı olmasına rağmen küçük kardeşlerimiz yatmazlardı. Gelmemizi beklerlerdi. Bizler eve gittiğimizde sabırsızlıkla ikramlardan paylarını isterlerdi. Paylarını bizden aldıktan sonra yatağımıza girer ertesi günün ilk ışıkları ile uyanır ve yiyeceklerimizi torbadan çıkarıp tatlarına hep beraber bakardık.

Bu yazı toplam 307 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum
M.Emin BOZKUŞ Arşivi